Aşk Hikayeleri

Birbirimize Yazılan Mektuplar Hikayesi

İstanbul’un dar sokaklarında büyüdük ikimiz de. Aynı mahallenin çocukları olarak, pencerelerimiz birbirine bakardı. Zeynep her sabah saçlarını tararken ben de onu izlerdim gizlice. Hislerimden habersiz, sadece mahalle arkadaşı olarak görürdü beni. Ortaokul yıllarında aramızda gelişen o özel dostluk, lise yıllarında bambaşka bir şeye dönüşmeye başladı. En azından benim için.

Okul çıkışlarında yanında yürürken boğazıma düğümlenen cümlelerle doluydu zihnimin köşeleri. Gözlerine bakamıyordum bile. Kendime sakladığım duygularımı renkli kağıtlara döküyor, sonra bu kağıtları çekmecemde saklıyordum. Kimseye gösteremediğim, ona bile itiraf edemediğim sırlarım olmuştu artık.

Üniversite zamanı geldiğinde yollarımız ayrıldı. O İzmir’e gitti, ben İstanbul’da kaldım. İlk defa ayrı düştük ve sanki kalbimden bir parça kopmuş gibiydi. İşte tam da o zaman, ona yazmaya karar verdim. Gerçek mektuplar. Kağıda dökülen mürekkeple, zarfa konulan duygularla.

ilk mektubun sirri

İlk Mektubun Sırrı

Zeynep’e ilk mektubumu gönderdiğimde, cevap geleceğinden bile emin değildim. Üç sayfa dolusu yazmıştım. Mahallemizdeki anılarımızdan, özlemimden, ortak arkadaşlarımızdan bahsetmiştim. Lakin yüreğimdeki en derin duyguyu kağıda dökecek cesareti yine bulamamıştım.

“Sevgili Zeynep” diye başlamıştım mektuba, sanki binlerce mektup yazmışım gibi doğal bir şekilde. İki hafta sonra gelen cevap beni şaşırttı. O da “Sevgili Ahmet” diye başlamıştı. Mektubu defalarca okudum. Her kelimesini ezberledim. Her cümlesinde bir işaret aradım. Acaba o da benim gibi hissediyor muydu?

İkinci mektubumda biraz daha cesur davrandım. Ona özlemimden bahsettim. Nasıl her akşam yıldızlara bakarken onu düşündüğümden… Cevabında ise sadece arkadaşça kelimeler vardı. Hayal kırıklığına uğramıştım belki, ama yazışmalarımız kesilmedi. Tam tersine, ayda bir yazarken haftada bir yazmaya başladık.

beklenmedik karsilasma

Beklenmedik Karşılaşma

Üniversitenin ikinci yılında, sömestr tatilinde Zeynep İstanbul’a döndü. Tam altı ay olmuştu onu görmeyeli. Bir kafede buluşmak için sözleştik. O gün hayatımın en heyecanlı günüydü. Saatlerce ne giyeceğime karar veremedim. Sonunda en sade kıyafetlerimi seçtim.

Kafe kapısında gördüğümde nefesim kesildi. Saçlarını kestirmişti. Yüzünde tatlı bir gülümseme vardı. Kucaklaştığımız an, göğsümde bir davul çalıyordu sanki. Nefesimi tutmak zorunda kaldım, yoksa heyecanımı ele verecekti titreyen sesim.

“Mektupların için teşekkür ederim,” dedi masaya oturduğumuzda. “Onlar olmasaydı bu kadar dayanamayabilirdim İzmir’de.”

“Ben de senin mektuplarını bekliyorum her hafta,” dedim. “Postacı artık beni tanıyor.”

Gülüştük. Saatler geçti. Konuştukça konuştuk. Mektuplarda yazamadıklarımızı yüz yüze söylemek daha kolaydı sanki. Ama yine de asıl söylemek istediğim şeyi söyleyemedim.

Ayrılırken tekrar sarılmak için ayağa kalktığımızda, onun da en az benim kadar heyecanlı olduğunu fark ettim. O an, aramızda bir şeylerin değiştiğini hissettim.

kagida dokulmeyen duygular

Kağıda Dökülmeyen Duygular

Zeynep İzmir’e döndükten sonra mektuplarımız değişti. Artık daha derin konulardan bahsediyorduk. Hayallerimizden, korkularımızdan, gelecekten… Bir mektubunda bana çocukluğumuzdan bir anı sordu:

“Hatırlıyor musun, on iki yaşındayken mahalledeki o büyük çınar ağacına tırmanmıştık? En tepesinde sen ve ben, tüm mahalleyi seyrederken ne demiştin bana?”

Hatırlıyordum. “Bir gün seninle uzaklara gideceğiz,” demiştim. Çocukça bir hayaldi belki. Ama o hatırlamıştı.

Cevabımda yazdım: “Evet, hatırlıyorum. Ve hala aynı şeyi düşünüyorum. Seninle bir gün uzaklara gitmek istiyorum.”

O mektuptan sonra iki hafta cevap gelmedi. Endişelendim. Acaba fazla mı ileri gitmiştim? Üçüncü haftanın sonunda kalın bir zarf geldi. Zarfın içinden kendi el yazısıyla doldurulmuş sayfalar ve unutulmuş sandığım bir hatıra çıktı: ortaokuldayken sahilde bulup avucuna bıraktığım yıldız şeklindeki mercan parçası.

Mektubunda şöyle yazıyordu: “Bu kabuğu bana verdiğin günü hiç unutmadım. ‘Denizi dinle’ demiştin. O günden beri ne zaman özlesem, kulağıma tutuyorum. Ve hep senin sesini duyuyorum.”

cesaretin getirdigi mutluluk

Cesaretin Getirdiği Mutluluk

Son sınıfa geldiğimizde, artık mezuniyet yaklaşıyordu. Üç yıldır mektuplaşıyorduk ve hala ona gerçek duygularımı söyleyememiştim. Mektuplar hislerimi anlatmak için yeterli değildi artık.

Bir karar verdim. Son mektubumda ona duygularımı açıkça yazacaktım. Eğer karşılık vermezse, en azından içimde kalmazdı. Saatlerce düşündüm, defalarca yazdım, sildim.

Sonunda yazdım: “Zeynep, sana söylemek istediğim bir şey var. Yıllardır söyleyemediğim bir şey. Seni seviyorum. İlk gördüğüm günden beri. Her mektubunda, her kelimende seni daha çok sevdim. Cevap vermeni beklemiyorum. Sadece bilmeni istedim.”

Mektubu postaladıktan sonra pişman oldum. Ya arkadaşlığımız bozulursa? Ya bir daha konuşmazsak?

Bir hafta sonra telefonum çaldı. Zeynep’ti.

“Mektubunu aldım,” dedi. Sesi titriyordu.

“Özür dilerim,” dedim hemen. “Arkadaşlığımızı bozmak istememiştim.”

“Ben de seni seviyorum, Ahmet,” dedi aniden. “Her zaman sevdim. Ama sen hiç söylemedin. Ben de cesaret edemedim.”

Telefonda uzun süre konuşamadık. İkimiz de gözyaşlarımızı tutamıyorduk. O hafta sonu İzmir’e gittim. Terminal kapısından çıktığımda gözlerimiz buluştu ve koştuk birbirimize. Kelimeler gereksizdi artık, bakışlarımız bir ömür boyu anlatamayacağımız şeyleri bir saniyede söylemişti zaten.

Bugün, o günden tam beş yıl sonra, hala her hafta birbirimize mektup yazıyoruz. Aynı evde, yan yana otururken bile. Çünkü bazı duygular, kağıda döküldüğünde daha özel oluyor. Tüm mektuplarımızı özenle sakladığımız ahşap kutuyu, ileride doğacak bebeğimize büyüdüğünde armağan edeceğiz.

Arada kendime soruyorum, acaba daha önce açılsaydım neler değişirdi? O kadar günü, ayı, yılı geri alabilir miydik? Sonra inanıyorum ki, yaşadığımız her adım bizi tam da olması gereken o ana hazırlamış. Hikayemizin sayfaları, kaderimiz gibi, tam da öyle yazılmalıydı mürekkeple.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu