On İki Dans Eden Prenses Masalı

Çok uzak diyarlarda, yemyeşil ormanlarla çevrili bir krallıkta bilge ve adaletli bir kral yaşardı. Kralın en büyük hazinesi, on iki güzel kızıydı. Her biri birbirinden güzel olan prensesler, gökyüzündeki yıldızlar kadar parıltılı ve zarifti. Sarayın doğu kanadında, yan yana sıralanmış on iki odada yaşarlardı.
Kral, kızlarını çok sevmesine rağmen son zamanlarda büyük bir endişe içindeydi. Her sabah uyandığında, kızlarının ayakkabılarının parçalanmış ve eskimiş olduğunu fark ediyordu. Yeni ayakkabılar yaptırıyor, ancak ertesi sabah aynı manzarayla karşılaşıyordu. Bu durum aylardır devam ediyordu ve nedeni hala bir muammaydı.
Prensesler her sorulduğunda sadece gülümsüyor ve bilmediklerini söylüyorlardı. Kral sonunda çaresiz kalıp tüm krallığa bir duyuru yaptı: Kim bu gizemi çözerse, kızlarından birini eş olarak alabilecek ve tahtın varisi olacaktı.

Cesur Askerin Gelişi
Duyuruyu duyan pek çok prens ve soylu genç saraya geldi. Hepsi de şansını denedi ancak hiçbiri başarılı olamadı. Kral, prenseslerin odalarının kapısına nöbetçiler dikti, ancak her seferinde nöbetçiler gizemli bir şekilde uykuya dalıyordu.
Bir gün, krallığın uzak bir köşesinden yaşlı bir asker saraya geldi. Yıllar boyunca savaş meydanlarında cesurca savaşmış, şimdi ise basit bir hayat sürüyordu. Askerin adı Eren’di. Kralın duyurusunu duyunca, bu gizemi çözmeye karar verdi.
Kral, karşısındaki mütevazı askeri görünce şüphelendi. Ancak Eren, kendinden emin bir şekilde konuştu:
- Majesteleri, ben bu gizemi çözebilirim. Bana üç gece verin.
Kral, başka seçeneği olmadığını düşünerek kabul etti. O akşam Eren, prenseslerin odalarının bulunduğu koridorda nöbete başladı.

İlk Gecenin Sınavı
Gece yarısı yaklaşırken, Eren kendini garip bir şekilde uykulu hissetmeye başladı. Tam o anda, ormanın içinden gelen yaşlı bir kadının sesini duydu. Kadın ona küçük bir pelerin uzattı:
- Bu pelerini omzuna at, seni görünmez yapacak. Ayrıca sana bir öğüt vereyim: Sana ikram edilen hiçbir şeyi içme.
Eren, kadına teşekkür etti ve pelerini aldı. Çok geçmeden, büyük prenses odasından çıktı ve diğer kardeşlerini de uyandırdı. Sonra koridordaki nöbetçiye yaklaştı ve ona bir kadeh şarap ikram etti. Eren, yaşlı kadının uyarısını hatırlayarak şarabı içmemiş gibi yaptı.
Prensesler Eren’in uyuduğunu sanarak gülüşmeye başladılar. Sonra, en büyük yaştaki prensesin yatağının altından bir geçit açıldı. Birer birer bu geçitten geçtiler. Eren, görünmezlik pelerinini giyip onları takip etti.
Yeraltındaki Dans Sarayı
Uzun bir merdivenin sonunda, prensesler ve Eren altın ağaçlarla dolu büyülü bir ormana vardılar. Ağaçların yaprakları gümüş, dalları altındandı. Eren, gizlice bir yaprak kopardı. Daha ileride, gümüş ağaçlara rastladılar, Eren buradan da bir dal aldı.
Ormanın sonunda, büyük bir gölün kıyısına ulaştılar. Göl kenarında on iki kayık ve her birinde yakışıklı birer prens bekliyordu. Prensesler kayıklara bindiler ve gölün ortasındaki parlak ışıklarla aydınlanmış büyük bir adaya doğru kürek çektiler.
Eren, son kayığa gizlice atladı. Adada muhteşem bir saray vardı. Sarayın salonunda, prensesler prensleriyle dans etmeye başladılar. Müzik büyüleyiciydi ve dans edenler sanki yerden havalanıyor gibiydi. Saatler süren dansın ardından, ayakkabıları parçalanmış bir halde tekrar kayıklara bindiler.

Sırların Ortaya Çıkışı
Üç gece boyunca Eren aynı olayları izledi ve her gece yanına altın, gümüş ve elmas dalları aldı. Üçüncü günün sabahında, kral onu huzuruna çağırdı:
- Söyle bakalım asker, kızlarımın sırrını çözebildin mi?
Eren, kralın önünde eğilerek cevap verdi:
- Majesteleri, kızlarınız her gece yeraltında büyülü bir sarayda dans ediyorlar.
Kral inanmadı, ancak Eren cebinden çıkardığı altın, gümüş ve elmas dalları gösterdi. Sonra yaşananları en ince ayrıntısına kadar anlattı.
Prensesler, sırlarının ortaya çıktığını görünce şaşkınlıkla bakakaldılar. Kral, kızlarına döndü:
- Bu doğru mu?
Büyük prenses sonunda itiraf etti:
- Evet baba, her gece yeraltı krallığına gidip dans ediyoruz. Orada dans etmeye mecbur bırakıldık.
Büyünün Sonu ve Yeni Başlangıç
Eren, yeraltı krallığının büyülü olduğunu ve prensesleri bir lanetle bağladığını açıkladı. Bu lanet, onları her gece dans etmeye zorluyordu. Kral, kızlarını bu lanetten kurtarması için Eren’e yalvardı.
Eren, yaşlı kadından aldığı son bir öğüdü hatırladı. Gece yarısı, yeraltı sarayının tam ortasındaki kristal avizeyi kırmalıydı. O gece prenseslerle birlikte tekrar yeraltına indi ve dans başladığında, kristal avizeyi kırdı.
Büyük bir gürültüyle birlikte, saray titremeye başladı ve büyü bozuldu. Prensler birer birer dumana dönüşüp kayboldular. Meğer onlar da bu büyünün kurbanıydı ve gerçek birer prens değil, sadece göz yanılsamasıydı.
Prensesler ve Eren hızla saraya döndüler. Kızlar lanetten kurtulmuş, özgürlüklerine kavuşmuşlardı. Kral, vaadini tutarak Eren’e en küçük kızını eş olarak verdi. Çünkü en küçük prenses dans ederken bile hep Eren’e bakmış, onun cesaretine hayran kalmıştı.
Mutluluğun Dansı
Eren ve prenses görkemli bir düğünle evlendiler. Krallıkta büyük bir şenlik düzenlendi. Diğer prensesler de zamanla gerçek aşkı buldular ve kendi krallıklarını kurdular.
Artık geceleri ayakkabıları eskimiyor, zorunlu danslar yapmıyorlardı. Ama prensesler dans etmeyi o kadar sevmişlerdi ki, sarayda her ay özel balo geceleri düzenlemeye başladılar.
Eren ve prensesi günün birinde kral ve kraliçe oldular ve ülkelerini adaletle yönettiler. Halkları onları çok sevdi ve hikâyeleri dilden dile anlatıldı.
Bu masal bize, cesaretin ve dürüstlüğün karşılıksız kalmayacağını, sırların er ya da geç ortaya çıkacağını ve gerçek özgürlüğün ancak gerçekleri kabul etmekle mümkün olacağını öğretir.
Ve mutluluğun gerçek dansı, zorunluluklar içinde değil, özgür irademizle seçtiğimiz adımlarla gerçekleşir.