Bir zamanlar, yemyeşil ormanların ortasında saklı bir krallık vardı. Bu krallığın adı Bahar Diyarıydı ve burada her mevsim bahar hüküm sürerdi. Ağaçlar her zaman çiçek açar, kuşlar hiç durmadan şarkı söylerdi. Bu huzurlu diyarın güzel ve cesur bir prensesi vardı: Prenses Elara. Elara, altın sarısı saçları ve zümrüt yeşili gözleriyle tanınırdı. Ancak güzelliğinden daha çok sevgi dolu kalbiyle halkının gözünde taht kurmuştu.
Bir gün Bahar Diyarı’nda tuhaf bir şey oldu. Çiçekler solmaya, kuşlar susmaya başlamıştı. Rüzgâr sert esiyor, ağaçlar yapraklarını döküyordu. Diyarın huzuru hızla yok oluyordu. Halk korkuya kapılmış, krallık ne yapacağını bilemez hale gelmişti.
Kral Arven, Prenses Elara’nın babası, bu felaketin sebebini bulmak için sarayın en bilge büyücüsünü çağırdı. Büyücü, uzun beyaz sakalı ve kadife cübbesiyle taht salonuna girdi ve şöyle dedi:
“Bahar Diyarı’nın büyüsü, Karanlık Orman’daki Lanetli Taş yüzünden bozuluyor. Eğer taşın laneti kaldırılmazsa, diyarımız sonsuza dek kışa mahkum olacak.”
Prenses Elara, hemen öne atıldı:
“Babam, bu görevi ben üstlenirim! Bahar Diyarı’nı kurtaracağım!”
Kral, kızının cesaretini biliyordu ancak onun tek başına böyle bir yolculuğa çıkmasından endişe duyuyordu. Yine de Elara’nın kararlılığı karşısında onu durduramadı.
Karanlık Orman’a Yolculuk
Ertesi sabah, Prenses Elara yanına yalnızca kılıcını, pusulasını ve sevgi dolu kalbini alarak Karanlık Orman’a doğru yola çıktı. Yolculuğu zorluydu; ağaçların dalları kuru ve dikenliydi, soğuk rüzgâr iliklerine kadar işliyordu. Ancak Elara korkmuyordu, çünkü halkını kurtarma kararlılığı ona cesaret veriyordu.
Yolun yarısında Elara, ormanın derinliklerinde küçük bir kulübe gördü. Kulübenin önünde yaşlı bir kadın oturuyordu. Kadın, Elara’yı görünce nazikçe gülümsedi.
“Evlat, senin cesur bir kalbin var. Ancak Karanlık Orman’da tek başına başarılı olamazsın,” dedi yaşlı kadın. “Şu kristali al, karanlık seni sardığında kalbindeki ışığı bu kristale yansıt, yolun aydınlanacaktır.”
Elara teşekkür ederek kristali aldı ve yoluna devam etti.
Lanetli Taşın Gücü
Ormanın en karanlık noktasına vardığında Elara, devasa siyah bir kayanın önünde durdu. Bu taşın içinden sızan mor ışık, çevresindeki tüm doğayı kurutmuştu. Taşın önünde ise koca bir gölge beliriyordu: Gölge Lordu.
Gölge Lordu, çatallı sesiyle konuştu:
“Bu taşı yerinden oynatmaya kalkarsan, seni sonsuza dek bu karanlığa hapsederim!”
Prenses Elara, kalbinde korkunun yükseldiğini hissetti ancak büyücünün verdiği kristali hatırladı. Elini kalbine koydu ve içindeki sevgiyi düşünerek kristali havaya kaldırdı. Kristalden parlak bir ışık yayıldı ve Gölge Lordu çığlıklar atarak kayboldu.
Elara hemen taşı yerinden kaldırdı ve toprağın altına gömdü. Bir anda karanlık yok oldu, güneş ışıkları ormanı yeniden aydınlattı. Çiçekler tekrar açmaya, kuşlar cıvıldamaya başladı.
Krallığın Yeniden Doğuşu
Elara krallığına döndüğünde halkı onu zaferle karşıladı. Bahar Diyarı yeniden rengârenk olmuş, huzur geri dönmüştü. Kral Arven, kızını kucaklayarak şöyle dedi:
“Sen yalnızca bir prenses değil, aynı zamanda tüm halkımızın kahramanısın!”
Elara halkının sevgisiyle taçlandırıldı ve Bahar Diyarı’nda barış uzun yıllar sürdü.
O günden sonra Prenses Elara, yalnızca güzelliğiyle değil, cesareti ve merhametiyle de dillere destan oldu. Bahar Diyarı’nda her yıl düzenlenen Çiçek Bayramı, Prenses Elara’nın kahramanlığını anmak için kutlanmaya başlandı.
Ve Prenses Elara’nın cesaretiyle kurtarılan bu masalsı krallık, sonsuza dek mutlulukla yaşadı.