MasallarPrenses Masalları

Prensesin Gizli Bahçesi

Bir zamanlar, krallığın doğu tepelerinde, geniş pencereli kulelerden ve yüksek duvarlardan oluşan görkemli bir şato vardı. Bu şatoda yaşayan Prenses Elena, sarayın her köşesini ezbere bilirdi. Ancak en çok sevdiği yer, kimsenin bilmediği gizli bahçesiydi. Bu bahçe şatonun en uzak köşesinde, eski bir duvarın ardında gizliydi. Sadece Prenses Elena’nın elinde bulunan paslı bir anahtarla açılan küçük bir kapıdan ulaşılırdı buraya.

Elena her sabah gün doğmadan kalkar, hizmetçilerin gözünden kaçarak eski taş merdivenleri inerdi. Annesinin ona hediye ettiği mavi kadife elbisesinin etekleri merdivenlerden süzülür, yumuşak ayakkabıları taş zeminde neredeyse hiç ses çıkarmazdı. Taş duvardaki gizli geçide vardığında, kemerine astığı kadim anahtarı çıkarır, parmak uçlarında yükselerek eskimiş demir kilide usulca yerleştirirdi.

Bahçede rengârenk çiçekler, yüksek ağaçlar ve kristal gibi parlayan küçük bir havuz vardı. Bu havuzun etrafında küçük peri heykelleri durur, sanki canlanıp uçacaklarmış gibi görünürlerdi. Prenses Elena, bahçesinde saatler geçirir, kitaplarını okur, hayallerini kurar ve bazen sadece çiçekleri sulardı.

Ancak bir gün, sarayda büyük bir telaş yaşandı. Komşu krallıktan gelen haberciler, iki krallık arasında barışı sağlamak için Prenses Elena’nın Prens Marcus ile evlenmesi gerektiğini söylediler. Elena’nın kalbi sıkıştı. Hiç tanımadığı biriyle evlenmek istemiyordu ve gizli bahçesinden ayrılmak zorunda kalacağı düşüncesi onu derinden üzüyordu.

prens marcusun ziyareti

Prens Marcus’un Ziyareti

Prens Marcus’un ziyareti için hazırlıklar başladı. Şato baştan aşağı temizlendi, en güzel yemekler hazırlandı ve Prenses Elena’ya yeni elbiseler dikildi. Herkes heyecanla Prens’i beklerken, Elena gizli bahçesine sığınıyor, gözyaşları döküyordu.

“Bahçemi nasıl bırakacağım? Burası benim en değerli hazinem,” diye fısıldadı çiçeklere.

Prens Marcus nihayet şatoya geldiğinde, herkes onu karşılamak için toplandı. Uzun boylu, geniş omuzlu genç bir adamdı. Yeşil gözleri ormanlar kadar derindi ve gülümsemesi içtendi. Elena zorlukla gülümsemeye çalıştı, ancak kalbi endişeyle doluydu.

İlk tanışmadan sonra, Elena her fırsatta gizli bahçesine kaçtı. Bir akşamüstü, kitabına dalmışken arkasından gelen ayak seslerini duydu. Telaşla arkasına döndüğünde, Prens Marcus’un zümrüt bakışlarıyla irkildi; prensin yüzündeki hayret ifadesi, keşfedilmiş kadim bir hazineye tanık olmuş kaşif edasını taşıyordu.

“Bu harika bahçeyi nasıl buldunuz?” diye sordu Prens.

Elena panikle ayağa kalktı. “Bu benim gizli yerim, kimse bilmez.”

Prens bahçeye hayran gözlerle baktı. “Ben de küçük bir bahçem var krallığımda. Orada çiçekler yetiştirmeyi ve kitap okumayı severim, tıpkı sizin gibi.”

Elena şaşkınlıkla Prens’e baktı. Belki de düşündüğü kadar kötü olmayabilirdi. Bahçesini paylaşmak fikri onu hâlâ rahatsız ediyordu, ama Prens’in gözlerindeki içtenlik ona biraz güven verdi.

buyulu tohumlar

Büyülü Tohumlar

Günler geçti ve Elena, Prens Marcus’u daha yakından tanıma fırsatı buldu. Prens, kendi krallığını, oradaki ormanları ve bahçeleri anlattı. Gün batımının turuncuya boyadığı bir ikindi vakti, Marcus titreyen elleriyle cebinden çıkardığı ahşap kakmalı minik sandığı Elena’nın avuçlarına bıraktı.

“Size bir hediye getirdim,” dedi Prens.

Elena kutuyu açtığında, içinde daha önce hiç görmediği parlak mavi tohumlar gördü.

“Bunlar büyülü tohumlar,” diye açıkladı Prens. “Bizim krallığımızda yetişen nadir çiçeklerin tohumları. Bu çiçekler geceleri mavi ışık saçar ve ruhunuzu sakinleştirir.”

Elena, tohumları dikkatlice bahçesine ekti. Her gün onları suladı ve büyümelerini izledi. Prens ile geçirdiği zamanlar arttıkça, ona karşı hissettiği korku ve endişe yerini merak ve hoşlanmaya bıraktı. Prens Marcus gerçekten kitapları seviyor, doğaya saygı duyuyor ve Elena’nın fikirlerine değer veriyordu.

Mavi tohumlar filizlenmeye başladığında, Elena ve Marcus artık sık sık gizli bahçede buluşuyorlardı. Birlikte kitap okuyor, uzun sohbetler ediyor ve bahçeyi daha da güzelleştirmek için planlar yapıyorlardı.

iki kralligin birlesmesi

İki Krallığın Birleşmesi

Nihayet evlilik günü geldi çattı. Elena artık korkmuyor, aksine heyecan duyuyordu. Düğün şatonun büyük salonunda gerçekleşti. Tüm krallık halkı kutlamalara katıldı. Elena, annesinin mavi kadife elbisesi gibi tasarlanmış, ancak içine gümüş iplikler işlenmiş muhteşem bir gelinlik giydi.

Düğünden sonra, Elena ve Marcus iki krallığı birleştirmeye karar verdiler. İlk iş olarak, Elena’nın gizli bahçesi gibi bahçeleri tüm krallığa yaymayı planladılar. Her köyde ve şehirde, insanların buluşabileceği, kitap okuyabileceği ve doğayla iç içe olabileceği bahçeler oluşturdular.

“Böylelikle tebaalarımız karanlık çökünce bahçelere akın edecek, gökkuşağının gece versiyonu gibi parlayan çiçeklerimiz sayesinde gökteki cisimlerin topraklarımızda hayat bulduğunu hissedecekler,” dedi Marcus gururla.

Elena ve Marcus’un iki krallığı birleştirerek kurdukları yeni düzen, uzun yıllar barış ve huzur içinde varlığını sürdürdü. İnsanlar onların hikâyesini, özellikle de mavi ışık saçan çiçeklerin ekildiği gizli bahçeyi nesilden nesile aktardılar.

Prenses Elena’nın gizli bahçesi artık gizli değildi. Tüm krallığın sevgi ve dostluk içinde buluştuğu bir yer olmuştu. Ve her akşam güneş batarken, bahçedeki mavi çiçekler birer birer açılır, gecenin karanlığını büyülü bir ışıkla aydınlatırdı.

Elena zaman zaman eski günleri düşünür ve korkularına gülerdi. Kader, en değerli armağanlarını sürpriz kutularda, hiç tahmin edemeyeceğimiz ellerin sunumuyla önümüze koyar sanki. Gizli bahçesi artık daha da özeldi, çünkü sevdiği insanla paylaşmanın verdiği mutluluk, onu yalnız başına yaşadığı zamanlardakinden çok daha değerli kılmıştı.

Bu masal bize gösteriyor ki, bazen değişimden korksak da, yeni başlangıçlar hayatımıza beklenmedik güzellikler katabilir. Tıpkı gizli bahçeye ekilen mavi tohumlar gibi, farklı dünyaların birleşmesi olağanüstü sonuçlar doğurabilir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu