Bir zamanlar, çok uzak bir diyarda, çocuk sahibi olmayı çok isteyen bir çift yaşardı. Bu çiftin evi, yüksek duvarlarla çevrili büyülü bir bahçeye bakıyordu. Bahçe, çok güçlü bir cadıya aitti ve içinde en nadir bitkiler, çiçekler ve sebzeler yetişiyordu.
Bir gün, kadın pencereden bakarken cadının bahçesindeki rapunzel bitkisini gördü. O kadar çekici görünüyordu ki, kadın her geçen gün bu bitkiyi yemeyi daha çok arzuladı. Kocası karısının giderek zayıfladığını ve solduğunu görünce endişelendi. Karısı ona ancak o rapunzelden yerse iyileşebileceğini söyledi.
Kocası karısını çok sevdiği için, bir gece cadının bahçesine girmeye karar verdi. Duvardan atlayıp rapunzellerden bir demet topladı ve karısına getirdi. Kadın rapunzeli pişirip yedi ve tadı o kadar güzeldi ki, ertesi gün üç kat daha fazlasını istedi. Kocası yine gece bahçeye girdi, fakat bu sefer cadı onu yakaladı.

Cadı öfkeyle, Neden benim bahçemdeki rapunzelleri çalıyorsun, diye sordu. Adam korkuyla, karısının hamile olduğunu ve rapunzele karşı güçlü bir arzu duyduğunu anlattı. Cadı adama şöyle bir teklifte bulundu: İstediği kadar rapunzel alabilirdi, ancak doğacak çocuğu cadıya vermek zorundaydı.
Adam çaresizce teklife razı oldu. Birkaç ay sonra, kadın dünyalar güzeli bir kız çocuğu doğurdu. Cadı hemen gelip bebeği aldı ve ona Rapunzel adını verdi. Rapunzel büyüdükçe, saçları da onunla birlikte uzadı. On iki yaşına geldiğinde, saçları ipek gibi parlak ve altın sarısıydı, ayrıca inanılmaz derecede uzundu.
Cadı, Rapunzeli penceresi ve kapısı olmayan yüksek bir kuleye kapattı. Kuleye çıkmak isteyen cadı, her seferinde aşağıdan seslenirdi: Rapunzel, Rapunzel, uzat saçlarını bana. Rapunzel uzun saçlarını pencereden aşağı sarkıtır, cadı da bu saçlara tutunarak yukarı tırmanırdı.
Yıllar geçti ve Rapunzel kulesinde yalnız başına büyüdü. Günlerini şarkı söyleyerek geçiriyordu ve sesi o kadar güzeldi ki, ormanın hayvanları bile onu dinlemeye geliyordu.

Bir gün, yakınlardaki krallığın prensi ormanda at sürerken Rapunzelin şarkısını duydu. Sesi o kadar tatlı ve etkileyiciydi ki, prens sesin geldiği yöne doğru atını sürdü. Kuleye ulaştığında, kapı olmadığını gördü ve nasıl içeri gireceğini düşünmeye başladı.
Ertesi gün, prens kuleye tekrar geldi ve cadının gelişini uzaktan izledi. Cadının Rapunzele seslenişini ve saçlarını kullanarak nasıl tırmandığını gördü. Cadı gittikten sonra, prens aynı şeyi yaptı: Rapunzel, Rapunzel, uzat saçlarını bana, diye seslendi.
Rapunzel saçlarını aşağı sarkıttı ve prens yukarı tırmandı. Rapunzel başlangıçta korktu çünkü cadıdan başka kimseyi görmemişti. Ancak prensin nazik ve kibar olduğunu fark edince rahatladı. Prens Rapunzele aşık olduğunu ve onu sarayına götürmek istediğini söyledi.
Rapunzel de prense aşık oldu ve her gün buluşmaya başladılar. Prens her gelişinde bir ipek kumaş parçası getiriyordu. Rapunzel bunları birbirine bağlayarak bir merdiven yapıyordu, böylece bir gün beraber kaçabileceklerdi.
Fakat bir gün, Rapunzel yanlışlıkla cadıya prensle ilgili bir şey söyledi. Cadı çok öfkelendi ve Rapunzelin saçlarını kesti. Sonra onu uzak bir çöle sürgüne gönderdi. Aynı gün prens kuleye geldiğinde, cadı kesilen saçları kullanarak prensi yukarı çekti. Prens kuledeki cadıyı görünce şaşırdı ve Rapunzelin nerede olduğunu sordu.
Cadı prensi asla Rapunzeli göremeyeceğini söyleyerek lanetledi. Kederli prens kuleden atladı ve düşerken gözleri dikenlere takılarak kör oldu. Yıllarca kör bir şekilde dünyayı dolaştı, sürekli Rapunzeli aradı.
Bir gün, prens çölde dolanırken tanıdık bir ses duydu. Bu Rapunzelin şarkısıydı. Sesi takip etti ve sonunda Rapunzeli buldu. Rapunzel prensi tanıdı ve ona sarıldı. Gözyaşları prensin gözlerine değdiğinde, mucizevi bir şekilde prensin görüşü geri geldi.
Prens ve Rapunzel birlikte prensin krallığına döndüler. Orada büyük bir düğünle evlendiler ve sonsuza dek mutlu yaşadılar.