Bir varmış bir yokmuş. Bir bahçede üç tane birbirinden alımlı ve güzel kokulu üç gül varmış. Hayat günlük alışkanlıklar arasında giderken, bu üç gülün hayatları da aynıymış. Tüm güllerin ortak bir özelliği varmış ki hepsinin kendine hayran olmasıymış. Hepsi kendi güzelliğine bakıp bakıp doyamazmış. Günler geçerken üç gülün de ellerinden ayna düşmezmiş.
Gel gelelim, daha gonca haldeyken çok iyi arkadaş olan üç gül, artık birbirlerine üstten üste bakmaya başlamış. Giderek üçü de bir diğerinin ne kadar kusurlu ve çirkin olduğunu düşünüyormuş. Her bir gül, kendi yaprağının rengine, kokusuna, duruşuna hayranmış ve bu güzel dostluk artık yavaş yavaş bitmeye başlamış.
Haftalar, aylar böyle geçerken bu üç güle komşu olarak sarı bir gül gelmiş. Bu sarı gül, diğer üç gülle henüz daha tanışmamış ama hepsinin alımına çalımına bakıp imrenirmiş. Bahçelerine gidip onların dostluğuna katılmayı çok istiyormuş. Bir gün artık bu üç nazlı gülle tanışma kararı verip ufak bir hediyeyle bahçelerinin kapısını çalmış. Ortanca gül kapıyı açıp, sarı güle üstten bakarak ne istediğini sormuş. Sarı gül yeni komşu olduğunu ve onlarla tanışmak istediğini söylemiş. Ortanca gül dudağını kibirle kıvırarak sarı gülü içeri davet etmiş.
Sarı gül içeri girdiğinde, diğer kırmızı güller çok içten olmayan bir şekilde sarı gülü selamlamışlar. Bu gülün hediyesine hafif tebessümle teşekkür etmişler. Sarı gül onların dostluğunu uzaktan uzağa ne kadar beğendiğini, onlarla ne kadar çok arkadaş olmak istediğini anlatmış. Ortanca gül, sarı gülün lafını kesmiş ve onların dost olmadığını söylemiş. Diğer kırmızı güller de bunu onaylamışlar. Sarı gül bunu duyduğuna çok şaşırmış. Anlamış ki hepsi yalnızca kendine hayranmış. Sarı gül böylelerinden uzak durmak gerektiğini anlayıp, bir daha uzaktan tanıdığı hiçbir çiçeğin dostluğuna özenmemesi gerektiğini öğrenerek evinin yolunu tutmuş.