Tüccar ve Cin Masalı

Çok eski zamanlarda, Bağdat şehrinin en zengin tüccarlarından biri olan Ahmet, ülkeleri aşıp kıtaları dolaşan bir gezgindi. İpek Yolu üzerindeki tüm kervansaraylarda ismi bilinir, kervanları dünyanın en değerli mallarını taşırdı. Ahmet’in yüzlerce deveye yük olan zenginliği, geniş toprakları ve şehrin en muhteşem konağı vardı. Fakat zenginlik her zaman mutluluk getirmez.
Bir gün Ahmet, uzun süredir gitmediği eski bir hurma bahçesini ziyaret etmeye karar verdi. Burası ona babasından miras kalmış, ancak yıllarca ihmal edilmişti. Bahçeye vardığında, kuru ağaçlar ve çorak topraklar karşıladı onu. Biraz dinlenmek için çöktüğü ağacın altında elindeki hurmaları yerken, çekirdeklerini etrafa savuruyordu.
Birden korkunç bir gürültü koptu ve Ahmet’in karşısında devasa bir cin belirdi. Cin öfkeyle haykırdı:
- Ey insan! Yüzyıllardır uyuduğum yere attığın çekirdekle oğlumu öldürdün. Bunun bedelini canınla ödeyeceksin!
Ahmet titreyen dizleri üzerine zorlukla kalktı. Bilmeden yaptığı hatanın affı için yalvardı:
- Yüce cin, bilmeden yaptım bu hatayı. Bağışla beni, karşılığında tüm servetimi sana vereyim.
Cin başını iki yana salladı:
- Evladımın hayatı senin tüm servetinden değerlidir. Ancak adil bir cinim ben. Sana üç gün mühlet veriyorum. Üç gün sonra buraya dön ve bana insanların başına gelen en ilginç hikâyeleri anlat. Eğer hikâyeler beni etkilerse, belki canını bağışlarım.

Bilge Denizcinin Öğüdü
Ahmet umutsuzluk içinde şehre döndü. Ne yapacağını bilemez halde sahilde dolaşırken, yaşlı bir denizciyle karşılaştı. Denizcinin gözleri görmüyor, ancak sanki ruhları görebiliyordu. Ahmet ona başına gelenleri anlattı.
Yaşlı denizci gülümsedi:
- Kader seni bana getirmiş evlat. Denizlerde geçen altmış yılımda üç öyle hikâye dinledim ki, en acımasız cinlerin bile kalbini yumuşatır. Sana bunları anlatacağım, ancak bir şartla: Bu hikâyeleri paylaşırken, kendi çıkarını değil, cinlerin ve insanların ortak acılarını düşünmelisin.
Ahmet üç gün boyunca yaşlı denizcinin yanında kaldı ve onun anlattığı sıra dışı hikâyeleri dinledi. Bu hikâyeler sadece ilginç değil, aynı zamanda hem insanlara hem cinlere dair derin dersler içeriyordu.

Vadedilen Günün Gelişi
Üçüncü günün sonunda, Ahmet hurma bahçesine döndü. Cin onu bekliyor, havada asılı duruyordu. Yüzündeki ifade hâlâ öfkeliydi.
- Zamanı geldi insan. Beni ikna edebilecek hikayelerin var mı?
Ahmet sakin bir şekilde oturdu ve denizciden öğrendiği ilk hikâyeyi anlatmaya başladı. Bu, bir cin ve insanın dostluğunun nasıl her iki dünyayı da değiştirdiğine dair bir hikâyeydi. Cin dikkatle dinledi, yüzündeki öfke yavaş yavaş merakla yer değiştirdi.
İkinci hikâye, intikam için her şeyi feda eden bir cinin, sonunda aradığı huzuru affetmekte bulduğunu anlatıyordu. Cin şimdi tamamen Ahmet’in sözlerine odaklanmıştı.
Üçüncü hikâye ise cinlerin ve insanların kaderleri arasındaki derin bağlantıyı anlatan, yüzyıllar boyu süren bir destanın özüydü. Ahmet hikâyeyi bitirdiğinde, güneş batmak üzereydi ve bahçeyi altın renkli bir ışık kaplamıştı.

Affın Gücü
Cin uzun süre sessiz kaldı. Sonra yavaşça yere indi ve Ahmet’in karşısına oturdu.
- İnsanoğlu, beni derin düşüncelere daldırdın. Oğlumun ölümü beni öylesine körleştirmişti ki, senin de bir evlat olduğunu, bir babanın oğlu olduğunu düşünemedim. Anlattığın hikâyeler bana kaybettiğimi sandığım bir şeyi hatırlattı: merhamet.
Cin elini uzattı ve Ahmet’in alnına dokundu:
- Seni affediyorum. Fakat bir şartla: Bu bahçeyi yeniden canlandır. Her ağaç oğlumun, her çiçek senin hatıran olsun. Ve buraya gelen her yolcuya, benim sana anlattığım gibi, affetmenin gücünü anlat.
Ahmet minnetle söz verdi. O günden sonra, her gün bahçeyle ilgilendi. Kurak topraklar yeniden canlandı, ölü ağaçlar yeşerdi. Yıllar içinde bahçe, yolcuların dinlenmek ve hikâyeler dinlemek için uğradığı bir vahaya dönüştü.

Tüccar ve Cin Masalı Mirası
Ahmet yaşlandıkça, bahçede geçirdiği zamana dair daha çok anı biriktirdi. Bazen geceleri, ağaçlar arasında cinin hayalini gördüğünü düşünürdü. Her yeni ağaç diktiğinde, hem cinin oğluna hem de kendi ölümlülüğüne saygı gösteriyordu.
İnsanlar ona neden bu kadar çalıştığını sorduklarında, Ahmet sadece gülümser ve der ki:
- Hayat kısa, kin tutmak için fazla değerli. Ben sadece bir tüccar değil, aynı zamanda affın ve umudun bahçıvanıyım.
Ahmet’in bahçesi bugün hâlâ varlığını sürdürüyor derler. Kaybolmuş yolcular bazen çölün ortasında yeşil bir vaha bulurlar ve dinlenmek için dururlar. Orada otururken, rüzgârın ağaçlar arasında fısıldadığı hikâyeleri dinlerler: affetmenin, yeniden başlamanın ve bazen en beklenmedik yerlerden gelen dostlukların hikâyelerini.
Ve eğer dikkatle dinlerseniz, belki siz de ağaçların arasından bir cinin kahkahasını ve yaşlı bir tüccarın bilge sözlerini duyabilirsiniz. Çünkü masallar asla ölmez, sadece yeni dinleyiciler beklerler.