Bir varmış bir yokmuş. Yavru domuzcuğun hayatı yalnız ve tek başına geçiyormuş. Yavru domuzcuk annesi ve babasını kaybettikten sonra kulübesinde yalnız yaşamaya başlamış. Annesini ve babasını kaybettikten sonra tüm arkadaşları kapıya gelmiş ve domuzcuğa bir isteği olup olmadığını sormuş.
Domuzcuk bütün arkadaşlarını tersleyip hiçbirine ihtiyacı olmadığını söylediğinden beri hiçbir arkadaşı kapısına gelmemeye başlamış. Bu durum kendisi için ilk zamanlar çok iyi olsa da sonraları giderek daha zor hale gelmeye başlamış. Etrafında kimsenin kalmaması, kendisini giderek daha fazla mutsuzluğa itmeye başlamış.
Sabah kalkıp kahvaltısını ettikten sonra, kahvesini karşı bahçede oynayan yavru domuz arkadaşlarına bakıp iç geçirerek içermiş. Kimse de onu artık oyunlarına çağırmazmış. Hem neden çağırsınlarmış ki? O herkesi tersleyip evinden ve yanından kovmuş zamanında. Şimdi de haklı olarak kimse yanına yaklaşmaz olmuş.
Artık yalnızlığın canına tak ettiği yavru domuzcuk, bir sabah dışarıda oynayan arkadaşlarının yanına gitmeye ve onlarla oynamak istediğini söylemeye karar vermiş. Cesaretini toplayıp bahçeye çıkmış. Arkadaşları çok güzel bir oyunun ortasındayken onu gördüklerine bir hayli şaşırmışlar. Ne olduğunu ve yanlarına niye geldiğini sormuşlar. O da önce çekinerek onlarla oyun oynamak istediğini ve evde canının çok sıkıldığını söylemiş.
Diğerlerinden biraz daha olgun ve aklı başında, aynı zamanda yaşça büyük olan domuzcuk lafa atılmış. Yalnız yavruya kendilerini daha önce evden kovduğunu ve kimseyi yanında istemediğini söylediğini hatırlatmış. Hayvancık çok mahcup bir şekilde çok haklı olduğunu söylemiş. Kendilerinden çok özür dileyip bir daha böyle bir kabalık yapmayacağına dair söz vermiş.
Diğerleri her ne kadar kendisine kızgın ve kırgın olsalar da domuzcuğun hatasını affetmeyi kabul etmişler. Üzgün domuzcuk bunu duyduğuna çok sevinmiş. Tüm arkadaşlarının boynuna sarılıp onları öpmeye başlamış ve bütün hayatını bu güzel dostluklarla geçirmiş.