Kader Yollarında Buluşan İki Kalp Hikayesi

İstanbul’un karmaşık sokaklarında, iki farklı dünyadan gelen insanın yolları kesişir bazen. Eylül ayının serin bir sabahında, Zeynep kitapçıdan çıkarken elindeki kitaplar yağmurdan ıslanmasın diye koşmaya başladı. Kadiköy’ün dar sokaklarında hızlı adımlarla ilerlerken, aniden önüne çıkan bisikletliye çarptı. Kitaplar yere saçıldı, Zeynep’in gözlüğü düştü. Karşısındaki adam telaşla özür dilerken, Zeynep göremediği için sadece bir siluet seçebiliyordu.
“Çok özür dilerim, acelen olduğunu fark etmedim,” dedi adam, eğilip kitapları toplarken. Zeynep’in gözlüğünü nazikçe uzattı. Zeynep gözlüğünü taktığında, karşısında ince yüz hatları, dağınık saçları ve sıcak bir gülümsemeye sahip bir adam duruyordu.
“Ben özür dilerim, önüme bakmıyordum,” dedi Zeynep mahcup bir ifadeyle.
Adam elini uzattı: “Benim adım Deniz.”
“Zeynep,” dedi, elini sıkarken.
Yağmur şiddetlenirken, Deniz kitaplarına baktı: “Dostoyevski okuyorsun, ilginç.”
“Tez için araştırma yapıyorum,” dedi Zeynep.
“Bu yağmurda kitapların mahvolacak. İzin verirsen şuradaki kafede bir çay içelim, yağmur hafiflediğinde çıkarsın.”
Normalde tanımadığı insanlarla bir yere gitmeyen Zeynep, nedense bu teklife hayır diyemedi. Belki de Deniz’in samimi bakışları, belki de yağmurun şiddeti onu ikna etmişti.
O gün, sıcak çaylar eşliğinde iki yabancı sohbete daldı. Deniz mimarlık yapıyordu, Zeynep ise edebiyat üzerine doktora tezini hazırlıyordu. Farklı dünyalardan geliyorlardı ama kitaplar, müzik, ve hayata dair fikirlerinde garip bir uyum vardı. Saatler su gibi aktı geçti.
Akşama doğru yağmur dindiğinde, Zeynep telefonuna baktı ve dersi kaçırdığını fark etti. Ancak garip bir şekilde pişman değildi. Deniz’den telefon numarasını alırken, kalbinde bir sıcaklık hissetti. Bu, bir başlangıçtı.

Ayrılık Rüzgarları
Üç ay boyunca İstanbul’un her köşesini birlikte keşfettiler. Deniz, Zeynep’e mimarinin dilini öğretirken, Zeynep ona edebiyatın derinliklerini gösterdi. Her buluşmada birbirlerinin dünyasına biraz daha girdiler. Bazen Galata Kulesi’nin tepesinde şehri seyrederken, bazen Kadıköy’ün antikacılarında dolaşırken, aşkları sessizce büyüdü.
Ancak bir gün Deniz zor bir haberle geldi. Yüksek lisans için Barselona’da bir burs kazanmıştı, altı ay sonra gidecekti.
“Geldiğimde başka biri olacağım, Zeynep. Bu deneyim benim hayalimdi,” dedi Deniz, gözlerinde karışık duygularla.
Zeynep suskundu. İçinde fırtınalar kopsa da, Deniz’in hayallerinin önünde durmak istemiyordu. “Seni anlıyorum,” dedi sadece.
Takip eden günlerde aralarında görünmez bir duvar yükseldi. Her buluşmada, Deniz’in gideceği gerçeği aralarında duruyor, her sohbetin sonunda aynı soruyu sormalarına neden oluyordu: “Bu ilişki uzaktan yürür mü?”
Deniz’in gideceği gün yaklaştıkça, Zeynep’in içindeki kaygı büyüdü. Barselona uzaktı, farklı bir kültür, farklı insanlar vardı orada. Ya Deniz başka birini bulursa? Ya duygular zaman içinde solup giderse?
Son buluşmalarında, Şile’nin ıssız sahilinde oturuyorlardı. Güneş denize batarken, Deniz kolunu Zeynep’in omzuna attı.
“Sana söz veriyorum, her gün yazacağım,” dedi Deniz.
Zeynep gülümsedi: “Biliyorum.”
Ama ikisi de bunun yeterli olmayabileceğini biliyordu.

Mesafenin Sınavları
Deniz’in gidişinden sonraki ilk aylar, söz verdikleri gibi geçti. Her gün görüntülü konuşuyor, birbirlerinin hayatlarından haberdar oluyorlardı. Deniz, Barselona’nın renkli sokaklarını, görkemli binalarını anlatıyor, Zeynep ise İstanbul’daki günlük rutininden bahsediyordu.
Ancak üçüncü aydan sonra, görüşmeleri azalmaya başladı. Deniz’in projeleri, Zeynep’in tez çalışmaları, saat farkı derken, haftalık görüşmeler haline geldi. Mesajlaşmaları daha kısa, daha yüzeysel olmaya başlamıştı.
Bir gece, Zeynep sosyal medyada Deniz’in fotoğraflarına bakarken, yanında sürekli gördüğü bir kız dikkatini çekti. Clara, İspanyol bir mimarlık öğrencisiydi ve fotoğraflarda hep gülümsüyordu. Zeynep’in kalbi sıkıştı. Aynı dünyayı paylaşıyorlardı, aynı şeylere ilgi duyuyorlardı.
“Clara kim?” diye sordu bir akşam görüntülü konuşmalarında.
Deniz duraksadı. “Sınıf arkadaşım, projelerde birlikte çalışıyoruz.”
“Sadece arkadaş mı?”
“Elbette, neden sordun ki?”
Tartışma büyüdü. Güvensizlik, mesafenin getirdiği yalnızlık ve yorgunluk, ikisini de tüketiyordu. O gece telefonu kapattıklarında, ilk kez birbirlerine “seni seviyorum” demeden ayrıldılar.
Zeynep o gece ağladı. Deniz’e haksızlık yaptığını biliyordu, ama duygularına engel olamıyordu. Sabah kalktığında, mesaj kutusunda Deniz’den bir mesaj vardı: “Bana güvenmiyorsan, bu ilişkiyi yürütemeyiz. Biraz zamana ihtiyacım var.”
İki hafta geçti, hiç konuşmadılar. Zeynep her gün telefonuna bakıyor, Deniz’den bir mesaj gelecek mi diye bekliyordu. Ancak telefon sessizdi.

Kalbinizi Dinleyin
Soğuk bir kasım sabahı, Zeynep Bebek sahilinde yürüyüş yapıyordu. Rüzgar saçlarını dağıtırken, içinde büyüyen bir boşluk hissediyordu. Son günlerde tezine konsantre olamıyor, sürekli Deniz’i düşünüyordu. Ona yazmalı mıydı? Belki de artık hayatına devam etmeliydi?
Telefonunu çıkardı, Deniz’in numarasına baktı. Tam aramak üzereyken, telefonu çaldı. Arayan annesiydi.
“Kızım, iyi misin? Sesin günlerdir kötü geliyor.”
Zeynep dayanamadı, ağlamaya başladı. Annesine her şeyi anlattı; Deniz’i, tartışmalarını, şüphelerini.
Annesi bir süre sessiz kaldı. “Zeynep,” dedi sonunda, “aşk güvenmekle başlar. Ona güvenmiyor musun?”
“Güveniyorum ama…”
“Korkuyorsun. Anlıyorum. Ama korkularının, seni sevdiğini bildiğin birinden uzaklaştırmasına izin verme.”
Zeynep derin bir nefes aldı. Annesi haklıydı. Deniz’i tanıyordu, ona güveniyordu. Korkuları mantıksızdı.
“Ne yapmalıyım anne?”
“Kalbini dinle, kızım.”
O akşam, Zeynep Deniz’e uzun bir e-posta yazdı. Duygularını, korkularını, pişmanlıklarını anlattı. “Sana güveniyorum,” diye bitirdi mektubunu, “ve seni beklemeye hazırım.”
Üç gün sonra, kapı çaldı. Açtığında karşısında Deniz duruyordu, elinde bir buket çiçekle.
“Nasıl… Ne zaman geldin?” dedi Zeynep, şaşkınlıkla.
“Mektubunu okuduktan sonra ilk uçağa atladım,” dedi Deniz, yorgun ama mutlu bir yüzle. “Sana yüz yüze söylemek istedim: Ben de sana güveniyorum, Zeynep. Ve seni seviyorum.”
Zeynep gözyaşları içinde Deniz’e sarıldı. O an anladı ki, gerçek aşk mesafeleri aşabilirdi. Önemli olan güven, sabır ve birbirine inanmaktı.
Deniz hafta sonunda dönmek zorundaydı, ama bu kez, aralarındaki bağ daha güçlüydü. Zeynep artık biliyordu ki, aşk sadece yan yana olmak değildi; birbirine inanan iki kalbin, ne kadar uzak olursa olsun, hep birlikte atmasıydı.

Yeni Hayata İlk Adımlar
Aylar sonra, Deniz’in programı tamamlandı ve İstanbul’a döndü. Zeynep onu havaalanında karşılarken, artık başka bir insandı. Deniz’in yokluğunda, kendi hayatını kurmuş, tezini tamamlamış, bir üniversitede asistanlığa başlamıştı.
Deniz de değişmişti. Barselona’daki deneyimi ona yeni bir bakış açısı kazandırmış, mimarlık anlayışını derinleştirmişti. Ancak değişmeyen bir şey vardı: Birbirlerine olan sevgileri.
Hayatlarının bir sonraki aşamasına adım atarken, birbirlerinin değişimlerine saygı duymayı, birbirlerini desteklemeyi öğrenmişlerdi. Aşkları artık olgunlaşmış, daha derin bir anlam kazanmıştı.
Bir yıl sonra, Deniz Zeynep’e evlenme teklif etti. Teklif ettiği yer, ilk tanıştıkları yağmurlu günde sığındıkları kafeydi. Ve Zeynep tereddüt etmeden “evet” dedi.
Düğünlerinde, Deniz Zeynep’in kulağına fısıldadı: “Biliyor musun, o gün bisikletimle sana çarpmam tesadüf değildi. Seni kitapçıdan çıkarken görmüştüm ve tanışmak için bahane arıyordum.”
Zeynep şaşkınlıkla güldü: “Yani kader değil miydi?”
“Belki de kader benim cesaretimi kullandı,” dedi Deniz, gülümseyerek.
Hayat bazen insanların yollarını beklenmedik şekillerde kesiştiriyor. Önemli olan, o kesişim anında doğru kararı vermek, kalbin sesini dinlemek ve sevgiye şans tanımak. Zeynep ve Deniz’in hikayesi, mesafelerin, zorlukların, şüphelerin ötesinde, gerçek aşkın her şeye rağmen var olabileceğinin bir kanıtıydı.
Ve şimdi, İstanbul’un bir köşesinde, iki kişilik bir dünyada, hayatlarını birlikte örüyorlar; geçmişteki zorluklardan güç alarak, geleceğe umutla bakarak.
Çünkü onlar biliyorlar ki, gerçek aşk zaman zaman fırtınalı denizlerde yol alsa da, sonunda hep güvenli bir limana varır.